Sanat camiasına birbirinden değerli tiyatro oyunları kazandıran Tiyatro P.A.S’ın Genel Sanat Yönetmenliği’ni yürüten Çapan’la güneşli bir günün keyfini içimizi ısıtan samimi, içten, kahkaha dolu sımsıcak bir tiyatro sohbetiyle çıkardık. En son “Ben Kara Fatma” tek kişilik tiyatro oyunuyla izleyicilerin karşısına çıkan usta oyuncu “Hayatla meselesi olan biriyim. Tiyatro benim hayatımda yolumu bulduran bir noktada durdu. Bu aşk tiyatroyla göze göze geldiğimiz ilk anda başladı diyebilirim. Sonrası zaten sahne tozunu yutma hikayesi… Orada hep var olduğumu hissettim” diye konuştu.
Sevtap Çapan kendisini nasıl anlatır?
Bu gerçekten çok zorlandığım sorulardan birisidir! Sanatla haşır neşir olan, insanları, doğayı seven biriyim… Kendimi geliştirmeye çalışırım. Aileme sevgim çok büyüktür. Çünkü aile ve çocuk insanın hayatında çok önemlidir. Yazmayı ve dans etmeyi de çok severim. Kısacası hayatla meselesi olan biriyim diyebilirim…
Tiyatroya olan aşkınız nasıl başladı?
Tiyatro benim için aşk, tutku, ruhun huzura ermesi, kendini ifade etme ve daha o kadar çok olanak sunuyor ki… Oyunculuk bir yana benim “Sevtap” olarak gelişmeme vesile oluyor. Ben çocukken her meslek dalına çok ilgi duyardım. Dolayısıyla tiyatroyla ortaokul son sınıfta tanıştığımda, tiyatronun bütün meslek dallarını içinde barındırdığını gördüğümde vazgeçilmezim oldu. Tembel bir çocuktum ve okumayı hiç sevmiyordum. Bunu hep söylüyorum çünkü benim gibi çocukları olan ailelerin onları “neden tembel olduğu konusunda” doğru gözlemlemesinin önemi çok büyük. Çocuklarını başka ailelerin çocuklarıyla kıyaslama konusunda yanlış tutumlar sergilemek yerine onların meyilli oldukları alanı doğru gözlemleyebilsinler. O yönden de tiyatro benim için yolumu bulduran bir noktada durdu. Böylece ona duyduğum aşk beni okumaya da yöneltti. Bu aşk tiyatroyla göze göze geldiğimiz ilk anda başladı. Sonrası zaten sahne tozunu yutma hikayesi… Orada hep var olduğumu hissettim.
Size gelen bir rol teklifini seçerken kriterleriniz genelde neler olur?
O rol teklifi tiyatro oyunu, dizi film ya da sinema filmi için olmasına göre değişiklik gösteriyor. Çünkü üçüne de bakışım hem aynıdır hem de değildir. Eğer tiyatro ise dişi bir rol olması gerekiyor. Meslekte de çok kullanılan bir tabirdir ki dişi rolden kastım bir derinliğinin olmasıdır. Küçük bir rol dahi olsa eğer bir derinliğe sahipse oyuncu o rol ile kendini gösterebilir. O sebeple rolün büyüklüğünden ya da küçüklüğünden ziyade her üç branşta da tercihim öncelikle dişi bir rol olmasıdır. Önceden kimlerin yöneteceği ve kimlerle birlikte oynayacağım da beni çok alakadar ediyordu ama şu anda etmiyor. Çünkü sistem çok değişti. Yani ister istemez karşımda çok iyi hissedebileceğim ve rol alabileceğim oyuncularla aynı sahneyi paylaşamayabilirim. Ücret konusu ise en sona attığım ve kendim konuşmayı tercih etmediğim bir konu oluyor. Çünkü rol iyi ve proje de umut vaat ediciyse bu benim ikinci plana atabileceğim bir konu da olabilir.
Oyunculuğu sizin için vazgeçilmez kılan nedir?
Kendimi ve kendi sözümü ifade edebiliyor olduğum bir alan olmasıdır. Tiyatro tarih boyunca pek çok konuda hep yön göstermiş ama insanoğlu o yönlerden ders almadan yürümeye devam etmekte. O yüzden genel geçer doğrular olduğuna inanıyorum ama mesleğim açısından uygunluk bazında genel geçer doğrular ile hayata yaklaşıyorum. Gördüğüm ya da arzu ettiğim o ütopik hayatı bu dünyaya uygunlukla birleştirip anlatabileceğim ve yazarak, oynayarak, seslendirerek ifade edebileceğim bir alan olduğu için de tiyatro vazgeçilmez.
Bir role hazırlanırken neler yaparsınız?
O kadar çok şey yapıyorum ki artık ben bile bilmiyorum ne yaptığımı! Öncelikle araştırma yapıyorum. Oynamam için gerekli kriterleri onaylayıp o role başlıyorsam oyun yazarını tanısam da tanımasam da araştırıyorum. Mesela Shakespeare hepimiz biliyoruz zannederiz ama o kadar bilmiyoruz. Eğer Shakespeare çalışacaksam o oyundaki yaklaşımını ve duygusunu bulabilmek için yazar kimliğinin araştırmasını tekrarlıyorum. Kendime bu hatırlatmayı yaptıktan sonra dramaturji çalışmamı yapıyorum. Hem uygulamalı hem de klasik dramaturji çalışmasıyla “ben bu rolü nasıl anlatacağımın” yollarını arıyorum. Yönetmenin ne istediğine bakıyorum. Bu noktada açık bir yönetmen olması gerekiyor, kapalı bir yönetmen olduğunda sıkıntı yaşıyorum. Çünkü bir yandan yönetmeni de çözmeye çalışmak gerekiyor. Yazar ile yönetmeni karşılaştırmalı olarak kafamda uygun bir hale getiriyorum. Çünkü oynayabilmem için benim anlamam gerekiyor. Sonrasında oynayacağım rolün diğer karakterlerle ilişkisine bakıyorum. Sahne provaları başlıyor ve oyuncu arkadaşlarımla düz okuma yapıyorum. Rolü oturtmak için sahne provalarıyla ses ve beden çalışması yapıyorum. Böylece derinlikli bir alt zemin çalışması yapınca beyin artık o rolü çözmüş olduğu için ses de beden dili de kendiliğinden gelmiş oluyor.
Rolünüzü canlandırmak size benzer bir karakterse mi kolaydır yoksa zıt bir karakter ise mi?
Bu durum aslında oyuncular için tercih meselesi değil. Kendi özel tiyatrosu varsa tercih olabilir ama bir kurum oyuncusuysanız bu mümkün olmuyor. Ben yıllardır kurumda oynadığım için hiçbir rol kendi tercihim değildi ama yine de şanslıydım. Çünkü hep başrollerde ya da çok önemli rollerde oynadım. Dolayısıyla bu tamamen oyuncunun şans sınavıdır. Kendine benzeyen bir karakterle karşılaştınız mı derseniz; ben kendime benzer bir karakterle karşılaşmadım. Bence avantajlı olan kendinize uzak olan bir rolü çalışmaktır. Ben de şanslı bir oyuncu olarak kendime benzer hiçbir role rastlamadım ama oynayacağım bütün rolleri çalışırken kendimle bütünlük kurmak zorundaydım ki neticede o rolü oynayan benim…
Peki, bu açıdan bakacak olursak hangisinin size katkısı fazladır?
Oyuncuya ikisinin de katkısı vardır. Bana benzer bir rol olsa bile o zaman bu rolü “kendimin dışında nasıl verebilirim” diye yaklaşırım. Beni seyreden pek çok oyuncu ve eleştirmen “her oynadığım rolde başka biri olduğumu” çok söylerler. Çünkü o rolün hakkı neyse uygun hale getirmeye çalışan bir teknikle çalışıyorum. Kendim olmamaya çalışıyorum. O sebeple her oynadığım rolün sesi başka bir tınıdan çıkıyor. Hareketi başka bir ritimden geliyor. “Bütün rolleri hep kendi gibi oynayan bir oyuncu makbul mu değil mi?” gibi bir düşünce gelirse aklınıza tabi ki makbul olabilir. O da çok büyük bir özelliktir. Bir oyuncu kendi kimliğini hiçbir zaman kaybetmeden ama diğer rolün de özelliklerini yansıtarak oynuyor olabilir. Türk filmlerinde Erol Taş hep kötü adam rollerindeydi ama gerçek yaşamında kötü adam mıydı? Hayır, kendisine rol yapışması vardı. Rol yapışması ise oyuncuların tercihi değildir.
Rol yapışması sizde hiç oldu mu?
Hayır, bende olmadı. 1997 yılında ikinci sezonda Esin Saylan rolüyle yer aldığım Kara Melek dizisinde kötü bir kız değildim ama kötülük yapabilecek bir imajım vardı. Şimdilerde genç kuşağın da anneleri halen izlediği için beni tanıdığı o rolde kötü karakterde oynayabiliyorken, başka rollerde çok saf bir kız da oynayabilecek yapıdayım. Çünkü ben aslında ne çok güzelim ne de çok çirkin! Yüz hatlarımın çok karakteristik ve proporsiyonumun da düzgün olduğunu söylerler. Sahnede çok uzun olduğumu düşünürler ama seyircinin yanına indiğimde çok da uzun olmadığım fark edilir. Bu proporsiyonumun düzgünlüğünün bana kattığı avantajdır. Karakteristik yüz sayesinde ise çok daha güzel bir kadını (fena değilim tabi) da oynayabilirim. Aynı zamanda çok daha çirkin bir forma da girebilecek yapıya sahip bir yüz formum var. Saçlarım tabi ki değişiklik gösterebilir!
Tiyatrocuyu besleyen nedir? Günlük yaşamınızda neler yaparsınız?
Bende otomatikleşmiş ve farkında olmadan yaptığım çok şey var. Bir tiyatrocu için gözlemlemek çok önemli… Sürekli araştırma yapar, kitap okur ve çok film seyrederim. Sohbet etmeyi severim, bunlar beni çok geliştiriyor. Türk filmlerini kimse kusura bakmasın çok seyredemiyorum. Çünkü hali hazırda dizi çeker gibi film çekiliyor! Bizler sinema filmi çekmeyi unuttuk. Avrupa’da dizi filmler bile görsel kalitesi muazzam bir sinema filmi formatında çekiliyor. Türkiye’de dizi çekiyor olmak filtre koyup insanları çok güzel göstermek olmamalı… Herkesin aynı estetikle ekranda olmaması gerekiyor. Dizilerde müthiş bir estetik abidesi dolaşıyor. O yüzden o samimi ifadeleri bulamıyorum. Konuşma da çok bozuk! Günlük konuşmadan kastımız ekranda öyle bir şey olmamalı. Ne olursa olsun sanatsal bir dilin önemi var. Ustam Mustafa Alabora “polisiye kitap okuyun” derdi. Polisiye kitap okumak bir oyuncunun hafızasını ve pratik düşüncesini gerçekten çok geliştirir.
“Peri Kız Müzikali”, “Memed” ve “Kadınım Ulan” kitaplarının da yazarısınız. Peki, oyunculukla yazarlığın benzer yanları sizce var mı?
Bir yazar oyunculuk yapabilir mi bilmiyorum ama bir oyuncu yazar olabilir. Neden olabilir? Çünkü oyunculuk eğitimi alınırken şan, dans ve yazarlık gibi bütün yakın dallar üzerine eğitim görülüyor. Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nin ilk mezunlarındanım. Toktamış Ateş, Güngör Dilmen, Cevat Çapan, Erol Keskin, Mahmut Tali Öngören, Macit Koper ve Tuncer Cücenloğlu gibi donanımlı duayen isimlerden 4 yıl boyunca eğitim gördüm. Sınıf olarak çektiğimiz bir film projemizde oyunculuk kısmında değil de montajda yer aldım. İşin mutfağı dediğimiz tarafını da biliyorum. Bir oyuncunun bütün donanımlara sahip olması gerekir. Bu nedenle benim yazarlık ya da yönetmenlik yapmam sürpriz değil…
Seslendirmen olarak yaptığınız çalışmalar arasında neler var?
Bazen bir dizi ya da filmde sesimle karşılaştığını zanneden arkadaşlarım oluyor fakat şu sıralar daha çok belgesellerde ya da realite programlarında yer alıyorum.
Tiyatro P.A.S’ta çalışmalarınız nasıl gidiyor?
Tiyatro P.A.S (Profesyonel Artı Sonsuz)’un Genel Sanat Yönetmenliği’ni yapıyorum. Eşim Murat Batıkan Avcı ile birlikte kurduğumuz Tiyatro P.A.S’ı ikimizin de tiyatrodan uzak kaldığı bir dönemde kurma kararı aldık. Özel tiyatronun zorluklarını tabi ki tahmin edebiliyordum ama bu kadar zor olacağını hiç düşünmemiştim! Mesele her şeyi kendimizin yapıyor olması değil… Tiyatro alanında kendinizi geliştirirken, Türk tiyatrosu adına bir şey geliştirme şansınızın da fırsatınızın da olmayışı! Çünkü özel tiyatrolar ayakta kalabilmek için özellikle komedi oyunlarına yöneliyor. Tabi ki bunun aksini yapmaya çalışanlar da var fakat ayakta kalmak çok zor. Sizinle çalışanlar sanat aşkı ya da sanat bilgisi olmadan sadece o rolden alacağı paraya bakıyor. Egosu törpülenmemiş oyunculara rastladım. Yani kişilerde yanıldığım oldu. Bizim mesleğimiz kendinizi geliştirmekle alakalıdır. Önce kendimizi iyileştireceğiz ki “tiyatro iyileştirir” lafları ağzımıza yakışır olsun. Kısacası bu süreçte tiyatro adına iyileşmesi gereken çok şey olduğunu gördüm ama bunu da eleştirecek olan sadece bizler değiliz. Geliştirici projeler üreterek sadece bunu yapamayız. Bu projeleri seyretmek için tiyatro salonlarına gelecek seyircilere, bizi destekleyecek meslektaşlarımıza ve bizi doğru eleştirecek eleştirmenlere ihtiyacımız var.
Tiyatroda bir role duyguyu verebilmeyi, canlandırdığınız karakteri en iyi şekilde izleyiciye aktarabilmeyi anlatsanız bu sizin için nasıl bir çaba?
Bende çok ekstra bir çaba yok! Çok açık bir şey söyleyeceğim ki sorunuzun cevabı bunu istiyor “yetenek doğuştan mı, sonradan mı” elde edilir… Yetenek; kimse kusura bakmasın ama doğuştandır. Ukalalık yapmıyorum ama başarılı bulunan, ödüllü ve yeteneği de tescillenmiş bir tiyatrocuyum. Beni en sevmeyen insanın dahi “kötü oyuncudur” diyemediğini gördüm. Oyunculukta “yeteneği cepten yemek” diye bir şey vardır. Yeteneği her rolün üzerine serpiştirip, sürekli aynı çalışmayı planlamadan yaptığında cepten yemek olur. Kısacası hep aynı şeyi yapmış ve o zaman yeteneğimi geliştirmemiş olurum.
Tiyatro P.A.S’ın projesi “Ben Serisi” adı altında “Ben Kara Fatma” oyunuyla sahne alıyorsunuz. Tiyatrocu için sahnede tek başına olmak göründüğü kadar zor mu?
“Göründüğü kadar zor mu” gibi o kadar tatlı ve şık bir soru sordunuz ki! Evet, hatta göründüğünden biraz daha zor… Neden diyeceksiniz, sahnede oyuncuyu destekleyecek veya trak gelmesi durumunda kurtaracak neredeyse hiçbir şey yok! Oyunlarımızı oynayabilmek için pek çok görüşme yapıyoruz. Genellikle tek kişilik oyunla sahnede olmaya “ne var canım” gözüyle bakılıyor! O sebeple “Ben Kara Fatma” oyununu diğer rollerden ve çalışmalarımdan daha da üst bir planlamayla çalışmam gerekti.
Peki, ilk tek kişilik oyununuz muydu?
Evet, ilk tek kişilik oyunum ama ikinci de olsa değişmeyecek. Ben onu hissettim. Ben Kara Fatma oyununda metin de biraz zor. İniş çıkışları, duygu dönüşleri, geçişleri ve devinimleri performans olarak yorucu… Hatta ilk oyunda ben oynayamayacağım herhalde iptal edelim dedim. Herkes yaptığımız işi çok kolay zannediyor ve oyuncu olmak istiyor.
Oyunun sonunda aldığınız o alkışlar da her şeye değiyor sanırım…
Tabi ki, Tiyatro P.A.S olarak biz yaptık diye söylemiyorum ama Ben Kara Fatma’yı o kadar kıymetli ki… Daha önce yapılmamış ve çok geç kalınmış bir proje olarak görüyorum. Milli mücadele döneminden o kadar çok kahramanımız var ki. Bizim kendi kahramanlarımızı tanımaya ihtiyacımız var. Kitaplarda bunlar yeterince öğretilmiyor. Böyle bir oyunun gururunu da ağır sorumluluğunu da üzerimde taşıyorum. Tek kişilik oyunun üstüne bir de bunlar var. O yüzden daha da zorlaşıyor ama benim için güzel bir ekip işi oldu.
Size neler yaşam sevinci verir?
Bana her şey yaşam sevinci verebilir. Şu anda burada olmak ve sizinle bu röportajı yapıyor olmak benim için bir yaşam sevinci… Şu kargayı görmek, geçerken şu ağaca dokunmak yaşam sevinci bana her şey verebilir. Oyunculukta sınırım olmadığı gibi her an her şey bana bir yaşam sevinci vermeye sebep olabilir. Şu anda en umutsuz günlerimi yaşıyorum. Çünkü tiyatro sahnesinde oynayamıyorum ama buna üzülürken penceremin dışında minicik bir kuş “cik cik” yapıyor ya da kedim aniden gelip “miyav” diyerek kucağıma atlıyor. Çok tatlı bir telefon alıyorum arkadaşım “nasılsın” diyor ve beni mutlu ediyor. Kendi kendimi umutlandırmak için hayal kuruyorum. Hayal kurmazsam kendimi kaybederim. Hayatın acı gerçekleri üzerine hayallerin o toz bulutlarını serpmesiyle belli bir kıvama getirmek gerekiyor.
Son olarak eklemek istedikleriniz…
Öncelikle teşekkür ediyorum. Yüz yüze sohbet gerçekten çok kıymetli. Göz göze bakışıyoruz ya o tatlı enerji de oluştu. Daha önce “Ben Kara Fatma” oyununun galasında tanışmamış olsaydık da bu röportajda tanışmış olacaktık. Uzun zamandır küresel salgın nedeniyle bu kıymetli anları kaybetmiştik ama yeniden böyle yüz yüze olmak gerçekten çok güzel. Keyfin daha da keyfini aldım hava da çok güzel. Teşekkür ediyorum…