Kümeli; “Sağlıklı bir yaşam için kişi öncelikle bedenini çok iyi fark etmelidir. İstek ile motivasyon aynı kulvarda koşmalıdır. Aslında kilo verirken yaptığımız şey kendimize bir iyiliktir. Kendimi danışanlarımın hayatlarının kilitlerini açacak bir anahtarcı olarak görüyorum. Mesleğimin en sevdiğim yanı insanın bedenini yeniden inşa etmektir. Onun bu bedenini inşa ederken hayatındaki diğer güzelliklerini de ona tekrar hatırlatmaktır” dedi.
Sağlıklı beslenmeyi nasıl tanımlarsınız?
İnsan vücudu günlük fonksiyonlarını yerine getirebilmesi için besinlere ihtiyaç duyuyor. Tüketilen besinler vücutta fiziksel aktivite, biyolojik işlevler ve gereken enerji kaynağını oluşturuyor. Yediğimiz besinlerin içerisinde yer alan 3 temel besin öğesi var. Bunlar makro besin öğeleri olarak nitelendirdiğimiz karbonhidrat, protein ve yağlar. Bir de mikro besin öğeleri yani vitamin ve mineraller var. Sindirim, solunum, boşaltım, dolaşım, sinir ve iskelet kas sistemimizin sorunsuz bir şekilde çalışabilmesi, hormonlar ve vücut salgılarının sağlıklı bir şekilde üretilebilmesi ve motor becerilerimizin bilişsel fonksiyonların sağlıklı bir şekilde devam ettirilmesi için vitamin ve minerallere olan gereksinimlerin tam olarak karşılanması çok büyük bir öneme sahiptir. Sindirim sisteminin düzenli olarak işlemesi sağlıklı ve dengeli beslenme planının uygulanmasıyla mümkün oluyor. Sağlıklı beslenme kısacası en temel anlamıyla tüm makro ve mikro besin öğelerinin kişinin ihtiyaç duyduğu miktarda içeren, aynı zamanda da bireyin ihtiyaç duyduğu enerji miktarını tam olarak karşılayan, ideal kilonun korunması için uygun olan beslenme türüdür. Sağlıklı beslenme kişiden kişiye değişen bir norm değildir.
Türkiye’deki beslenme alışkanlıklarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Dünyada obezite açısından kaçıncı sıradayız?
Türkiye Obezite Araştırma Derneği tarafından 12 ilde 15 yaş üstü 1563 kişi üzerinde bir araştırma yapılmış; Türkiye’de Beslenme Alışkanlıkları ve Fiziksel Hareketlilik Düzeyi Saptama. Bu araştırmanın sonuçlarına göre aslında toplumun yüzde 68’i her gün kahvaltı yapıyor. Ülkemizin yüzde 63’ü öğlen yemeğini düzenli olarak yiyor, düzensiz olanlar ise yüzde 37. Akşam yemeğini toplumun 72,7’si düzenli yiyor. En çok dışarıda yenilen öğün öğle yemeği olurken, en çok evde yenilen öğünler ise kahvaltı ve akşam yemeği. Ülkemizde geleneksel beslenme alışkanlıklarımız hala devam ediyor. Örneğin ekmek, çorba, peynir ve zeytin tüketimi var. Mesela sütü az kullanan bir ülkeyiz. ABD’de kişi başına 400 kg süt tüketilirken, Avrupa’da 360 kg tüketiliyor. Ülkemizde ise yalnızca 26 kg süt tüketiliyor. Yani günde 70 gram kadar süt tüketiyoruz. Peki, şeker ne kadar tüketiliyor? Yılda ortalama 27 kg şeker tüketiyoruz. Şeker tüketimi ABD’de bu 37 kg, Almanya’da 40 kg, Fransa’da 35 kg ve İsrail’de 66 kg. Ülkemizde yemek öğünlerimiz düzenli değil. Ne yazık ki çalışma şartlarımız nedeniyle ara öğün alışkanlıklarımız oldukça az. Anadolu’da ise ara öğün alışkanlığı hemen hemen hiç yok. Ara öğün dediğimiz zaman mesela tost, simit, börek ve bisküvi anlıyoruz! Badem, ceviz ve kuru kayısı gibi sağlıklı veya evde hazırlanmış içinde şeker barındırmayan ara öğünleri hayatımıza yeni sokmaya başladık. Hala ne yazık ki ülkemizde yüzde 15-20 gibi az bir grup insan yeterli ve dengeli beslenme kavramı bilincinde. Kahvaltı ekmek, peynir, zeytin, reçel, bal, yumurta, salatalık, simit, yumurta, sosis ve salam yeniyor. Ülkemizde aylık ortalamanın yüzde 25’i ekmek, peynir ve zeytin gibi unsurları mutlaka beslenmesinde tüketiyor. Geleneksel olarak da mutlaka Türk sofralarında ekmek, salata, çorba, pirinç ve bulgur pilavı var. Mesela makarna, pirinç pilavı ve bulgur pilavıyla kıyaslandığında o kadar çok tüketilen bir yiyecek değil. Bizde özellikle akşam yemeklerinde ekmek, salata, çorba, yoğurt, pilav ve etsiz sebze yemekleri; yumurta ve zeytinyağlılar da yer almakta. İçecek tüketimimize baktığımız zaman özellikle alkolsüz içecekler araştırılmış çay, kahve ve ayran Türk beslenmesinde çok ön planda yer alıyor. Peki, bizim bunun dışında süt içme alışkanlığımız var mı? Maalesef çok fazla yok. Ülke olarak çay, kahve ve ayran tiryakisi bir ülkeyiz. Genellikle yüzde 26,6 alkol alıyor ama 73,4’ümüz de çay, kahve ve genellikle ayran tüketiyor. Maalesef sedanter yaşamı destekleyen bir yapıya sahibiz yani günde 2 saat 156 dakikamızı bilgisayar ortalama olarak bilgisayar karşısında geçiriyoruz. Fiziksel aktiviteye yatkınlığımız çok fazla değil. Ne yazık ki kalori hesabı gibi şeyleri toplumumuz çok az biliyor. Yemek yemeye düzenli bir şekilde zaman ayırmıyoruz. Toplumun dengeli ve yeterli beslenme alışkanlığına sahip olmadığını görüyoruz ne yazık ki çünkü obezite prevalansımız erkeklerde yüzde 26, kadınlarda yüzde 40,2. Ortalama olarak yüzde 30,3 yani yıllık olarak 100 kişiden 39 kişide kilo problemi var.
Kilo fazlalıklarının en temel nedenleri arasında genellikle neler var?
Genetik faktörler, biyokimyasal faktörler (kan şekeri, tiroid, mineral-vitamin eksiklikleri), sosyal hayat (çalışma şartları, günlük yaşam içindeki olumsuzluklar), fiziksel aktivite yetkinliği ve psikolojik nedenler kilo fazlalıklarının en temel 5 nedeni arasında sıralanıyor.
Sağlıklı bir yaşam için ana kuralımız ne olmalıdır?
Sağlıklı bir yaşam için kişi öncelikle bedenini çok iyi fark etmelidir. Bedeninin genel ihtiyaçlarını ve enerjisini yüksek tutacak şekilde davranmalıdır. Bedensel ihtiyaçlarını, günlük enerjisini en doğru şekilde yukarı çıkartacak ve onu hayata daha enerjik ve daha üretici bir şekilde taşıyacak beslenmeyi aktarması şeklinde olmalı. Yani bizim için sağlıklı beslenmenin “ana kuralı” enerjimizi yüksek tutacak normda yaşamayı hayatımıza geçirmek.
“Diyet sözcüğünü unutun sağlıklı beslenerek kilo verin” diyorsunuz. Peki, ideal kilo hedefine nasıl ulaşılmalıdır?
Ben mesleğime başladığım günden itibaren hiçbir şekilde kilo verme sürecini “diyet” olarak nitelendirmiyorum. Çünkü sağlıklı beslenmeye geçiş, başlangıç ve bitiş kilosu arasındaki beslenme davranış değişikliğinin insanın hayatına yansıması demektir. İdeal kiloya ulaşmayı hedefledikten sonra beslenme adına hangi hataları yapıyorsak; yemeğimizi hızlı mı yiyoruz, su mu içmiyoruz, yemek öğünlerimizi atlıyor muyuz, moda ve geçici çözümler peşinde mi dolaşıyoruz bunları hayatımızdan çıkartacağız. Bir diyetisyen “hayatında mutlaka su olmalı” demesinin nedenini öğrenip onu sadece kilo verme sürecimize değil hayatımıza taşıyacağız. Yani bilimin ışığında kendi bedenimizin ihtiyacı olan şeyi hayatımıza geçirip öğreti haline getirerek biz ideal kilomuza ulaşırız. Ama “diyet yapıyorum” şeklinde kendimizi negatif yükleyip buna sadece bir süreç olarak bakarak maalesef o ideal kiloya ulaşamayız.
Kilo vermek isteyen ancak motivasyon eksikliği yaşayanlara neler önerirsiniz? Nereden ve nasıl başlamalılar?
Bence istek ile motivasyon aynı kulvarda koşmalıdır. Çünkü bir insanın isteği motivasyonsuz kalırsa sadece istekle kalır. Kişinin kilo verme isteği var diyelim. Kendimize o isteği alevlendirecek öyle bir hedef koycağız ki o hedefe ulaşmak için hangi koşulda olursak olalım kendi motivasyonumuzun düşmemesini sağlayacağız. Çünkü aslında kilo verirken yaptığımız şey kendimize bir iyiliktir. Aynı okuma-yazmayı öğrenmek, spor yaptıktan sonra vücudumuzun enerjisinin yükselmesi ve eğitimimizi bitirdiğimizde bir meslek sahibi olmak gibi… Kilo verirken bedenimizi yeniliyoruz. Bedenimize çok doğru, çok sağlıklı ve kaliteli bir şeyi adapte ediyoruz. Bu motivasyonu bazı kişiler birisini örnek alarak, bazı kişiler evlilik yıldönümü gibi özel günleri ve biriyle rekabet şeklinde bunu düzenleyerek yapabiliyor. Bunu yaparken de yapılan en doğru şey kişinin “bu yaptığı şeyin kendisi için bir iyilik olduğunu” sürekli kendisine fısıldaması motivasyonun düşmesini engelleyecek unsurlardan birisidir.
Peki, daha önce hedeflediği kiloya ulaşıp da yine eski beslenme alışkanlıklarına dönmüş ve yeniden kilo almış bireylere ne tavsiye edersiniz?
Bir insan kilo verip hedeflediği kiloya ulaşıyor ama tekrar eski kilosuna dönüyorsa (eski kiloya dönüşünde sağlıkla ve psikolojik durumla ilgili herhangi bir neden yoksa) o kişi kilo verirken sağlıklı beslenmeyi bence hiç öğrenmedi demektir. Eğer A kilosundan B kilosuna gelirken “ne yaptınız da bu kiloya geldiniz” bilirseniz sağlıklı beslenmeyi hayatınıza geçirmiş olursunuz. “Ne olacak canım bitti benim kilo vermem” deyip eski günlerinize dönme eğilimine sahip olursanız tekrar kilo alırsınız. Bunu sadece dönemsel bir açlık olarak görmüşsünüzdür. O noktada tekrar başa dönen insana öğütlenecek şey şudur; “öğren, hayatına geçir ve bir daha da çıkarma.”
Diyetin ancak kişiye özel olursa faydalı olabilmesinin sebeplerini nasıl açıklarsınız?
Hepimizin elinin parmakları bakıldığında aynıdır. Ama herkeste farklı olan parmak izlerimizle kimliğimizi belirliyoruz. Bireysel beslenme de parmak izlerimiz gibidir. Temel beslenme doğruları dünyanın her yerinde aynıdır ama biz kişisel özelliklerimize göre bireysel beslenme faktörlerini hayata geçirmeliyiz. Parmak izleri bence bireysel beslenmenin en güzel tariflenmesidir.
İdeal kilo nedir? Bir kişi ideal kilosunda kalmak için nasıl yaşamalı ve hayatından neleri atmalıdır?
İdeal kilonun birkaç tane tanımlaması var. Kilo bölü boy kare yani biz buna “Vücut Kitle Endeksi” diyoruz. Bel çevresi 18,5-25 cm arasında, bel çevresi 88 cm ve basen çevresi 100 cm geçmediği durumdur. Vücut yağ yüzdesi kadında yüzde 25, erkekte ise yüzde 17’nin üzerine çıkmadığı durumda kas oranının vücut yapısına göre doğru şekilde normlanmasıdır. Vücut tiplemesinde elma tipi, armut tipi, kum saati ve cetvel tipi diye nitelendirilen tiplemelerden herhangi birinde olduğu halde bu biraz önce saydığım normların son derece düzgün biçimde olduğu yapılanmadır. İdeal vücut aslında çok formülize edilecek bir yapılanma değildir. İdeal vücut kişinin kendisini sağlıklı, huzurlu, mutlu ve enerjik hissettiği yapılanmanın yağ yüzdemizin az olduğu formatın içine girdiği yapılanmadır.
İnternetten ya da kulaktan dolma diyet listeleriyle zayıflamaya çalışmanın zararları nelerdir? Bu konuda uyarınız ne olur?
İnternetten veya herhangi bir yerden duyarak kilo verme eğiliminde şuna çok dikkat etmeli: Bu eğilimi neden yapıyoruz, oradan alıp hayatımıza sokmaya çalıştığımız diyet bize ne kadar uyuyor? Mesela ben de zaman zaman kişilere kısa dönem zayıflama diyetleri veriyorum. Ama başında hep şunu söylüyorum: “Sağlıklıysanız ve sadece probleminiz kilo vermekse bunu yapın, bu sizin için bir ivmelendirme programıdır. Bu sürekli hayatınıza sokacağınız bir program değildir.” Siz dişinizi kendiniz çekiyor musunuz, medikal bir iğneyi kendiniz yapıyor musunuz ya da apandisitinizi kendiniz alabiliyor musunuz? Hayır, o halde sizin en temel öğeniz olan “beslenmeyi” de bir uzmanın izahatına bırakacaksınız. O zaman çok daha sağlıklı sonuçlar alırsınız. Bu benim kulaktan dolma diyet listelerini hayatına geçirmeye çalışan insanlara vereceğim en önemli öğüttür.
Yetişkin bir birey olarak günde kaç litre su içmeliyiz? Su içme alışkanlığı nasıl edinilir?
Yetişkin bir birey günde 3 litre (12 su bardağı) su içmelidir. İster sıcak ister soğuk, ister yemekten önce ister yemekten sonra istediği zaman su içebilir. Çünkü vücudumuzun 4’te 3’ü sudur. Su içme alışkanlığını su içerek kazanırsınız. Her saat başında bir bardak su içerek başlayın. Uyanık olduğunuz zaman diliminde zaten su içtikçe susarsınız. Suyun yerine hiçbir şey geçmez. Yani “çay, kahve ya da bitki çayı içiyorum aman su içmesem de olur” felsefesine kendinizi sakın kaptırmayın.
Özellikle pandemi sürecinde vatandaşların kilo alma eğilimleri arttı. Buna benzer süreçlerde ve mevsimsel geçişlerde beslenmemizi nasıl dengede tutabiliriz?
Mevsim geçişlerinde vücudunuzun sesine kulak vermelisiniz. Mevsim meyve ve sebzelerini bu geçişlerinde tüketebiliriz. Bahar yorgunluklarını atmak için inadına hareket ve fiziksel aktivitemizi arttırarak, bol su içerek, mevsim meyve ve sebzesini günlük beslenmemizden kullanarak ve günlük proteini doğru kaynaktan alarak hareket edersek beslenme eğilimimiz hiç artmaz. Pandemide beslenme eğiliminin artması bireysel olarak kişilerin aç kalma korkusunun bilinçaltından açığa çıkması ve kıtlık psikolojisine girmesinden kaynaklanıyordu. O da geldi geçti diyelim ve şimdi herkes çılgın bir şekilde kilo vermeye çalışıyor…
Kilo problemi ve psikoloji arasında nasıl bir ilişki var?
Açlığı duygusal ve fiziksel açlık olarak iki grupta toplarız. Fiziksel açlık gerçekten midemizin acıktığı, bedenimizin gerçekten yiyecek maddesi istediği ve yemek yendiğinde doyduğumuz açlıktır. Ama duygusal açlık bir sebep olmadan yemeye yöneliştir ve ne yersek yiyelim doymadığımız bir açlık şekildir. Aralarındaki en önemli fark budur. Dolayısıyla kilo problemiyle psikoloji arasında ilgi var.
Bir diyetisyen gözüyle sizce fazla kilo problemi yaşayan bir birey psikolojik açıdan neler yaşıyor?
Kendisinin vücudundaki yapılanmayı ve yeme şeklini beğenmeyen bir insanın psikolojik açıdan çok huzurlu ve mutlu olduğunu düşünmüyorum. “Hiç önemli değil ben kendi kilomdan memnunun” diyenlere de pek inanmıyorum. Bu durum aslında kişinin kendisinden çok önemli kaçışıdır. Kişinin kendisiyle barışık olması, kendi bedeni ve görünüşünü beğenmesi fevkalade güzel bir şeydir. Ben bunu her zaman desteklerim. Ama eğer o görünüş ve yeme şekli onun ilerleyen yıllarda sağlığıyla ilgili ciddi problemlere yol açacak bir seyirde ise o kişinin bu memnuniyetin arkasına saklanıp yanlışı devam ettirmesi çok yanlıştır. Kişi bunu çok tatlı bir şekilde dile getirip o yüzleşmeyi yaşadıktan sonra inatla ve bu inadın içine sevgiyi katarak normal kilosuna dönmeye çalışması onu fevkalade güzel bir yola sokar. Ama halledilebilecek bir şeydir ve kilo verdikçe o psikoloji çok daha pozitif yönde düzelir.
Mesleğinizin en sevdiğiniz yanı nedir?
Mesleğimin en sevdiğim yanı insanın bedenini yeniden inşa etmektir. Onun bu bedenini inşa ederken hayatındaki diğer güzelliklerini de ona tekrar hatırlatmaktır. Bedenin 3 boyutlu olduğuna inanıyorum yani en ve boyun dışında ruhumuz da var. İşte o ruhu müzikle, sanatla, edebiyatla, sevgiyle ve gülümsemeyle beslemeyi aktarmak. Ben aslında onların hayatlarının kilitlerini açacak bir anahtarcı olarak görüyorum kendimi. O yüzden de mesleğimi çok severek ve elimden geldiğince de çok güzel yapmaya çalışıyorum.
Taylan Kümeli olarak başarınızın sırrı nedir?
Bu güzel görüşleriniz için teşekkür ediyorum. Başarılı olmamın sırrını ben şöyle görüyorum; bana her konuda müracaat eden insanın yerine kendimi koymaya çalışıyorum. Aslında o insanın hayatına girmek ve o insanın anlattıklarını anlamak tabi ağır bir şeydir. Ben neredeyse 24 saat çalışıyorum. Telefonum hep o insanların mesajlarıyla yani onların bana sordukları ve benim onlara verdiğim cevaplarla doludur. Elimden geldiğince yeni olmaya, hayata adapte olmaya ve mesleğime güzel şeyleri taşımaya çalışıyorum. Güler yüzlü, iyi niyetli sevimli ve üreten bir diyetisyen olmak istiyorum. Benim için en önemli unsur budur.
Hobileriniz arasında neler var?
Hobilerim arasında en başta spor vardır. Spor hem hobi hem de yaşam tarzım haline gelmiştir. En sevdiğim ikinci hobim ise fotoğraf çekmektir. Resim yapmak, kitap okumak ve doğayla içi içe olarak bahçeyle uğraşmayı da çok çok seviyorum. Hayvanları ve onlarla ilgilenmeyi çok seviyorum. Evimizde zaten kediler ve köpekler maşallah diyelim…
Yemek yapmayı sever misiniz? Mutfakta nasıl bir Taylan Kümeli var?
Yemek yapmayı seviyorum ama benim hayatımın odak noktası değildir. Mesela kızım benden çok daha güzel yemek yapıyor. Ben daha çok bir ortamı temizleyeyim, düzelteyim, dekore edeyim ve sonra geçeyim karşısına seyredeyim isterim… Bahçemde uğraşayım. Ben bunları yemek yapmaktan daha çok seviyorum. Ama mutfağa girdiğimde de herkes çok güzel çorba ve salata yaptığımı söyler. Zaten favori yemeklerim de onlardır.